"Yalnız sansürcülerin hayal gücünü aşmayan şeyler sansür edilebilir" Andrzej Wajda (Sinema ve Ben)

12 Eylül 2024 Perşembe

 

Darbe dönemlerinin vazgeçilmez kişiliği

İbrahim Akyürek, 2009

Bu ülkenin kültür bakanları iyi birer ‘havuç’ gibi seçilir, ‘sopa’yı ötekiler atarlar. 

Cumhuriyet tarihinin görevlendirilen ilk kültür bakanı Talat Halman’dır. Halman, 12 Mart 1971 askeri darbesi sonrası kurulan balyoz hükümetinin Kültür Bakanı’dır. Komutanı Memduğ Tağmaç, Başbakanı CHP’den gelme Nihat Erim’dir. İlk kez kültür bakanlığı kurulmuştur. Darbe dönemlerinde ülkenin dış itibarını kültür ve sanatla parlatmak için bürokratik bir kişiliğe gereksinim duyulmuştur. Bu ders belki 27 Mayıs darbesi sonrası çıkarılmıştır. 

Arkadan 12 Eylül 1980 darbesi olur, Talat Halman yine göreve çağrılır. Komutanı bu kez Kenan Evren, Başbakanı Bülent Ulusu’dur. İlk kez Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Kültür Büyükelçiliği kurulur. Talat Halman bu göreve uygun görülür, Birleşmiş Milletler bünyesinde çalışmaya başlar. Hep ilklerin adamıdır. Dışişleri Bakanlığı’nın ilk ve son kültür işleri büyükelçisidir.  

Kendi anlatımıyla ülkenin vizyona ihtiyacı vardır. Talat Halman büyük bir hırsla, kafasındaki dev projelerle memleketine hizmet etme arzusuyla doludur. 

"Olmayan JİTEM"in cesetleri ortalığa saçtığı 1990’lı yılların kültür bakanlarını bu arada unutmayalım: Fikri Sağlar, Ercan Karakaş, İsmail Cem. 

Adı anılmışken Fikri Sağlar’ın ağzından, Bakanlık yaptığı yıllarda Kanal 6’da duyup ezberlediğim  “Devletin yapısını öğrenmeye çalışıyoruz” sözünü anımsatayım. 

* * * 
 
İyi ki, Aklın Yolu Bindir kitabı çıktı. Cahide Birgül, Talat Halman ile yaptığı uzun söyleşiyi iki parmak kalınlığındaki bu kitapta topladı. Talat Halman’ın kişisel ve toplumsal ilişkiler tarihi kendi ağzından ortalığa saçıldı.   

Generallerin emrindeki Nihat Erim “Reform Hükümeti”nin Balyoz Hareketi sürerken, kültür işlerine bakan bu çok okumuş, çok yazmış, çok görmüş, çok kitaplı bir aydın bürokratın görüşleri sayesinde neler öğrenilmez ki; bir huzur-bir iç sıkıntısı. 

Söyleşiden çıkardığım iç sıkıntısı şunlar: 
 
1 - Talat Halman “baş olmak”, “büyük olmak”, “başarılı olmak” amacıyla küçük yaşlarda koşullandırılmış.  
2 - Talat Halman memlekete hizmet etmek istiyor, projeleri de, idealleri de kocaman kocaman.
3 - Talat Halman “Türk Kültürü”nü tanıtmak için yanıp tutuşuyor. Bu memleketin vizyonuna, imajına çok önem veriyor.  
4 - Talat Halman vicdansız değil, idamlara karşı, içeri tıkılan aydınları kurtarmak için elinden geleni yapıyor, üstlerini ikna etmeye çalışıyor. Kendi anlatımıyla ikna etmekten iş yapmaya fırsat bulamıyor. Kendisine yönelik siyasi zorlukları sol kesime yakın olmasına bile bağlıyor. Arada kafası atıyor; “Bakanlık yaptığım dönemde aydınlar ve yazarlar için hiçbir tutuklama olamayacak” şartını sürecek kadar bağımsız bir kişiliğe bile sahip olduğuna bizi inandırmaya çalışıyor.
Arno Gruen
   Bu yazının sonunda tartışmaya açmak istediğim bir konu şu: Zalimler, iyileri nasıl yanlarına çekebiliyor?
Benim buna yanıtım şu: İçi sıkıntılı erkekler, anadan babadan çok çekmiş erkekler bunun acısını yakın çevrelerinden (eş, çoluk-çocuk, arkadaş) çıkartıyor, bir çeşit dibine kusuyor erkek. Bu çevrenin dışına; kamuya, topluma çıkınca zalimlerin, güçlülerin emrine giriyor, alıştıkları otorite sesini, büyüklenme, okşanma ihtiyaçlarını bu çevreden karşılıyor. Issız, yalnız erkeğimiz “hem öyle-hem böyle” ilişkiler geliştirerek sıkıntılı geçmişiyle körebe oynuyor. Başarıya koşullandırılmış, itilip kakılmış erkeğin intikamı iyilerin acısının artmasıyla sonuçlanıyor.

Hasar görmüş erkeğin mesleği kasap, manav, marangoz ise olumsuz etkisi sınırlı olur. Ancak; medya, reklam, sanat, politika, eğitim, adalet gibi çok kişiyi ilgilendiren, etkisi sonsuz bir alan ise, ün ve unvana kilitlenmiş erkeğimizin ezenin himayesini kabullenmesi çok kişiye pahalıya patlıyor.


Bu yazının sonuna Empatinin Yitimi (Arno Gruen) isimli kitaptaki şu satırlar yakışacak gibi geliyor: 

“İdeallerin ezenin idealleştirilmesiyle oluştuğu bir dünyada idealler ne anlama gelir? İyinin peşinde olduğumuza inanırız, ama kendimizi inkar etmemizi sağladığı için aslında bağımız kötüyledir.” 

“Politikacılar da sevgiden ve saygıdan, sorumluluktan ve onurdan söz ederler, ama bizi bilinçdışı olarak onlara çeken şey, dudaklarının kenarına yerleşmiş olan bize karşı duydukları küçümseme ifadesidir. Bu bizim için, anne-babamızda yaşadığımız ve onların bize dayattığı küçümsemeyle aynı küçümsemedir.”   
Haziran 2009