"BURADA DOĞA MI VAR? NE ÇEKİYORSUN?"
Şirketin iki elemanı bizim çekimlere engel olmak için gönderilmişti. Bulunduğumuz yerin maden işletmesine (Polat Madencilik) ait olduğuna dair hiçbir levha, tel örgü vs. olmamasına, aramızda kocaman bir uçurum halinde derin bir vadi uzanmasına rağmen, şirketin görevlendirdiği kişilere bunu anlatamadık.
Kendisini saha şefi olarak tanıtan kısa boylu, kirli sakallı genç adamın “Neyi çekiyorsunuz?” sorusunu “doğayı” diye yanıtladım, uzatmak istemediğimden. Orhan Kemal'in romanlarından fırlayıp gelmiş bu “Bekçi Murtaza”lara laf anlatmanın deveye hendek atlatmaktan zor olduğuna dair onlarca deneyim biriktirmiştim. Saha şefinden daha da genç gösteren, uzun boylu ve yöre insanının şivesi ile konuşan madenci “Burada doğa mı var?” diye araya girdi. Sözün nereye gideceğini bilmeden.
Dayanamadım bu pasa, gelişine vurdum! “Yok hakikaten, kalmamış sayenizde. Ben de onu çekiyorum”.
“Orası bizi ilgilendirir” diyen külhanbeyine aynı tonda yanıt vermek, gereksiz yere tartışmayı büyüteceğinden, gülmekle yetindim. İşim bitmiş, çekimlerimi yapmıştım sonuçta.
Kamera kayıt düğmesi açık olduğu halde (tedbir amaçlı), tripotu sırtlayıp aracımıza dönerken “Bu yol da bizim, bu tepe de. Buralar Polat’ın öz malı. Benim mahremimi çekemezsiniz” diyordu hâlâ saha şefi...
Latmos’un teninden parça parça et koparıyorlar
Özer Akdemir Evrensel