"Yalnız sansürcülerin hayal gücünü aşmayan şeyler sansür edilebilir" Andrzej Wajda (Sinema ve Ben)

30 Haziran 2025 Pazartesi

2 Temmuz 1993

      
F: İbrahim Akyürek, 1993
Hareketsiz kalarak öldürmek: Madımak 
İbrahim Akyürek, 2010

Sivas’ta, Madımak Oteli’nin merdivenlerinde bekleyen insanlarımızın fotoğraflara yansıyan yüz ifadesi aklımdan çıkmıyor. Kendimi onların yerine koymak zor olmadı. Çünkü, İnsancıl Dergisi ile Sivas’a giden ekibin içinde ben de olacaktım.

Oteldekiler tam 8 saat beklediler. Beklenen, şenliklere bu insanlarımızı davet eden, şenlikleri destekleyen yöneticilerin emrindeki güvenlik birimiydi. Oteldekiler, kent yöneticilerinin ve Sivas kentinin resmen konuklarıydı.

Ahmet KoçakAlev Yayınları'ndan çıkan “Onlar Işık Oldular” isimli kitabı 2003 yılında yayınladı. Bir ikisi dışında olayları doğrudan yaşayan 26 kişinin tanıklığına yer verdi kitabında. Onlardan birkaçını anımsamak, paylaşmak için seçtim;

Bize ayrılan Madımak Oteli, Sivas’ın tam ortasında, Belediye ve Vilayet binalarına yüz metre” (Şükrü Günbulut) 

“Ve o gün Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Süleyman Demirel utanmadan diyor ki, ‘polisle halkı karşı karşıya getirmedik’.” (Arif Sağ) 

“Başka bir zulüm, ‘bu işi çok abartıyorsunuz, bu ülkede bir futbol maçında bile bu kadar insan ölüyor’ diyen Mesut Yılmaz‘ın iğrenç yorumudur.” (Arif Sağ)

Aziz Nesin telefonda o dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile görüştü, atılan taşların sesini dinletti. Arif Sağ kimi milletvekillerine ulaştı.” (İlhan Cem Erseven)

“Aziz Nesin bir bahane. Aziz Nesin’i öldürmek o kadar zor değildi. Daha önce kültür merkezinde konuşmalar yaptı, insanların arasında gezdi, kitap imzaladı.” (Ali Baştuğ) 

“Dönemin kamu görevlileri (Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı, Vali, Emniyet Müdürü, MİT Bölge Müdürü, Belediye Başkanı,Tugay Komutanı, vb.) kusurları ve ihmalleri nedeni ile soruşturulmamıştır.” (Kazım Genç) 

“Biz çaresiz, Erdal İnönü‘nün sözüne inanarak içerde oturduk. Bu söze güvenmezsek en azından biz kendimizi orada yanmaya mahkum etmezdik. Dışarı atılırdık. Bize vururlardı, kafamızı kolumuzu kırarlardı, ölenler bile olurdu. Ama belki bu kadar çok sayıda can yanmazdı. Erdal İnönü, sözleriyle bizi otelde yanmaya mahkum etti.” (Makbule Çimen)


F: İbrahim Akyürek, 1993
*** 
Yıllar sonra, Erdal Atabek‘in Beyaz Balinayı Sevmek isimli kitabını okurken şu satırlara denk geldim:

“Dışarı çıkınca parçalanmak, içeride kalınca yanmakla karşı karşı karşıya kalsaydınız ne yapardınız? Ben bilmiyorum, ama siz biliyor musunuz Süleyman Demirel? Siz biliyor musunuz Tansu Çiller? Ya siz Sayın İçişleri Bakanı? Siz, Erdal İnönü? Bunu bildiğinizi sanmıyorum. Ama görevlerinizden ayrılmayı bilmeniz gerekiyordu. Görevlerinizden ayrılmak elbette yeterli değil, bu olayı önlememiş olmanın hesabını da vermeniz gerekiyor.” 

“Burada hareketsiz kalmak infaz emrini vermektir." 

Yurttaşların can güvenliğinden sorumlu olan Demirel, Çiller ve İnönü -en azından- “görevi ihmal ve kötüye kullanma, tedbirsizlik ve ölüme sebebiyet vermek” nedeniyle yargılanabilirlerdi. Burjuva hukukunun bu en temel, en basit noktasına kafayı takmadığımız, küçümsediğimiz için 2 Temmuz anma törenlerine SHP’lisi, CHP’lisi suçluluk hissetmeden "tören icabı" huzur içinde geliyor.

***
İsmet İnönü, 6-7 Eylül olaylarından sonra 12 Eylül 1955′te TBMM’de, CHP Meclis Grubu adına yaptığı konuşmada bakın ne demiş:
“Cemiyet hareketlerinde taşkınlık çıkabilir. Bunlar birtakım zararlara da meydan verebilir. Ancak, bu hareketler vatandaşı koruyan kanun kuvvetlerinin kudretli müdahalesi ile karşılanır. 6-7 Eylül hadiselerinin çok hazin tarafı, tecavüz edenlerin çoşkun hissiyat ile kendini kaybetmişler halinde değil, adeta hiçbir mani karşısında bulunmayan rahatlık ve kolaylık içinde işlerini gören insanlar olarak görünmeleridir.”
Aziz Nesin’in, Salkım Salkım Asılacak Adamlar isimli kitabından aldığım bu sözlerden anlaşılıyor ki, İsmet İnönü muhalefette olmanın huzuruyla gerçeği dillendirmiş. İnönü yaşasaydı, 2 Temmuz 1993′te yine muhalefette olsaydı “Madımak’ı yobazlar yaktı” diye işin içinden sıyrılmazdı.

Ahmet Koçak’ın kitabında yer alan tanıkların anlattıklarını kafamda canlandırdığım zaman korkuya kapıldım, 8 saat hareketsiz kalarak oteldekileri öldürmüşler, yargısına vardım.

Sıradan bir kamu görevlisi yüzünden canınız yansa, kızgınlığınızı yansıtırsınız. Örneğin, bir doktor hatası nedeniyle yakınınız sakat kalsa o doktorla ilişkinizi kesmez misiniz? Hak arayışına girip hukuku zorlamaz mısınız? Durum siyasetin güç ilişkilerine, büyüklerine sıra gelince neden böyle olmuyor. CHP, SHP ve benzerlerinin saygınlıklarında neden düşme olmuyor?

Bu partilerin yöneticileri doktor, örgütleri hastahane olsaydı; siz CHP, SHP, DSP üyeleri yine hastanızı bu doktorlara, hastahanelere taşır mıydınız?

Sorun bizim tarafta; faydacılığın günübirlik hazzı, tedavisi, siyasi getirisi uğruna unutmaya, dönemine göre girilip çıkılan toplumsal ilişkilere razı mıyız; ya da sorumlu tutmaya, sorumluluk almaya hazır mıyız?    
Haziran 2010 Sendika.org
Zonguldak Yazıları Kitabı
                                  
  Sivas katliamında Aziz Nesin'i kurtaran polis 
11 yıl önce Kılıçdaroğlu'na konuştu...
https://www.haberturk.com/gundem/haber/739944-madimakta-neler-oldu



Zonguldak

 

2024 Ekim

 

KAMPANYA Bu kitaplar 50 Lira

BÜFOK


BÜFOK Bülten
30 Haziran 2025

Taksim

 

26 Haziran 2025 Perşembe

Malatya

Sıkıyönetim

     

 

Boğaziçi’nde her şey yasak!

Boğaziçi Üniversitesi’nde açık hava film gösterimi yine kayyum yönetiminin sansürüyle karşılaştı.

Kulüp, bu beş filmi programdan çıkarmadan etkinlik izni için gerekli dilekçeyi gönderdiğinde ise Öğrenci Faaliyetleri Koordinasyon Kurulu’nun izin prosedürünü değiştirdiği bahane edilerek tüm açık hava gösterimleri tamamen yasaklandı.

BASKIYI ÖGB UYGULADI

Yasağı tanımayarak gösterimin yapılacağı alanda teknik hazırlıklarını tamamlayan öğrenciler, filmi başlatmak üzereyken bu kez öğrencilerin karşısına Özel Güvenlik Birimi (ÖGB) çıktı.

Güvenlik görevlileri, projeksiyon ekipmanlarının elektrik kablolarını söktü, elektrik kutularını kapattı ve perde önüne geçerek fiziki engelleme oluşturdu. Öğrenciler, tüm engellemelere rağmen kampüs içinde ve dışında mücadeleye devam edeceklerini vurguladı.

fotoğrafçı

Sebastião Salgado: Fotoğrafın içindeki fotoğrafçı 

Salgado, hiçbir fotoğrafın tek başına dünyadaki yoksulluğa çare olamayacağını biliyordu. Ama metinlerle, filmlerle, insani yardım ve çevre örgütlerinin çabalarıyla birleşince onun fotoğrafları, ayrımcılığa karşı hareketin bir parçası haline geliyordu.[4] Batılı meslektaşlarının çoğu, Salgado’ya göre, kendilerini suçlu hissettikleri için yoksulluğun fotoğraflarını çekiyorlardı. Onda ise böyle bir suçluluk hissi yoktu, yoksulluk zaten onun geldiği dünyanın bir parçasıydı.

Yine de 1979’da Brezilya’ya geri döndüğünde gördüğü yoksulluk karşısında afallamıştı. Askerî rejim dönemi, Brezilya’nın küçük kırsal toprak sahiplerini mülksüzleştirmiş, yoksulluğu ve gelir dağılımı eşitsizliğini daha da artırmıştı.  

1980’de Lélia ile birlikte “İşçiler” adlı projelerini tasarlamaya başladılar. Salgado, bu proje kapsamında, 1986 ve 1991 yılları arasında, o sırada çalıştığı Magnum’un desteğiyle, yirmi beş ülkede yaklaşık kırk fotoğraf dizisi gerçekleştirdi. Avrupa’daki birçok endüstrinin bütün olarak taşındığı Çin, Endonezya ve Hindistan’a gitti. Projenin amacı, emeğe ve işçilere bir saygı duruşunda bulunmaktı.

Esra Akgemci   T24

24 Haziran 2025 Salı

SALT


İzmirli Levanten Fernando Romano'nun fotoğraf arşivi erişime açıldı
  

düşmansız yapamaz…

 Kapitalizm emperyalizmdir, kapitalizm savaşsız, hegemonya düşmansız yapamaz…
 
Jean Jaurès’in dediği gibi, savaş kapitalizme içerilmiştir zira kâra ve rekabete dayalıdır. Sürekli büyüme, etki alanını genişletme zorunluluğu var. Genişleme ve yayılma da rakipler aleyhine mümkün. Yıkıcı rekabet ortamında her kapitalist, her kapitalist işletme ileriye doğru kaçmak zorundadır… Bana bu kadarı yeter, burada durayım diyemez…İşçileri daha çok sömürmek, daha çok doğal kaynağa, enerji kaynağına sahip olmak, bunu da rakiplerinden önce yapmak zorundadır… Fakat, ne kadar hileci yöntemlere başvursa da şiddete başvuramaz, zira şiddet tekeli, orduya ve polise sahip devlete mahsustur…

 Sanıldığı ve iddia edildiği gibi savaşlar büyük idealler uğruna yapılmaz… Yeni sömürü alanlarına, yeni pazarlara, yeni topraklara ve enerji kaynaklarına ulaşmak için yapılır… Tabii savaş sadece rakipleri etkisizleştirmek için de yapılmaz, savaşlardan hiçbir çıkarı olmayan, asıl bedeli ödeyen işçi sınıfını ve sol muhalefeti etkisizleştirmenin de bir aracıdır… Böyle bir gerçeklik söz konusuyken de ‘barışçı olmanın’ bir kıymeti harbiyesi olamaz… Savaşa karşı olmak, savaşları durdurmak örgütlü işçi sınıfının, yeryüzünün lanetlilerinin, bir bütün olarak ezilen ve sömürülen sınıfların,  politik mücadelesi ve müdahalesi olmadan mümkün değildir…

Savaş büyük yıkımlar demektir ve kapitalistler yıkarken de yıkılanı yeniden yaparken de kâr ederler, sermayelerini büyütürler… Zira savaş büyük insan kırımına, doğal kaynak ve alt-yapı tahribatına neden olur… Utanç verici olan bu durum, kapitalistler için yeni yatırım ve değerlenme olanakları demektir… Yıkılan her şey, işte, yollar, köprüler, tren yolları, konutlar, vb… yeniden inşa edilerek büyük kârlar sağlanır…   

 Fiktet Başkaya   Yeni Yaşam

      

John Heartfield 

Savaş

 

 John Heartfield 

23 Haziran 2025 Pazartesi

BÜFOK Bülten

  

BÜFOK Bülten Özel

Öğrenci Gözünden Eylem Fotoğrafçılığı

 

Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş halidir.


Sosyal demokrasi, kapitalizm ve emperyalizm

Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş halidir. Kapitalizme karşı mücadele vermeden emperyalizme karşı mücadele verilemez. Antiemperyalist mücadele tek başına milliyetçilik ve jeostratejik hesaplar üzerinden yürütülemez.


Emperyalizm toprakların işgal edilmesine, antiemperyalizm de toprakların işgal edilmesine karşı çıkılmasına indirgenemez. Emperyalizm bir ülkeyi, kamu kurumlarını özelleştirerek, sendikaları edilginleştirerek, ekonomik ve sosyal adaleti ortadan kaldırarak, dinci ve ırkçı cehaleti iktidara getirerek, laikliği yok ederek, bilimi, felsefeyi, sanatı dincilikle asimile ederek de işgal eder.
 Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonal, 1951 yılında Almanya’nın Frankfurt kentinde gerçekleştirdiği birinci kongresinde, örgütün kuruluş deklarasyonunun 7. maddesinde, “Demokratik sosyalizm emperyalizmin her türünü reddeder. Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder” ifadesine yer verdi.
 Kendilerini sosyal demokrat olarak tanımlayan bazı sahte sosyal demokratların, neoliberal ekonomi anlayışıyla, emperyalist dış politikayla, din, mezhep ve etnik kimlik odaklı stratejiyle, sosyal demokrasiye darbe vurmaya çalışmaları, sosyal demokrasinin temel ilkeleriyle ve kavramlarıyla ilgili gerçeği ortadan kaldırmaz. 
Örsan K. Öymen   2022, Cumhuriyet  
                         

21 Haziran 2025 Cumartesi

Taksim

 
Analog fotoğrafla kadın gözünden bir dünya
Üç kadın fotoğraf sanatçısının analog tekniklerle oluşturduğu kareler ‘Kontakt’ sergisiyle sanatseverlerle buluştu. Fotoğrafevi’ndeki sergi, izleyenleri siyah beyazla harmanlanan, deneyselliğin ön planda olduğu bir yolculuğa çıkarıyor.

 

. Servet kısmen...

"İktisadi işlerin ne dereceye kadar silahlı kuvvetlere dayandığı genellikle idrak edilmemektedir. Servet kısmen iş alanındaki hüner sayesinde kazanılır, ama böyle bir hüner de ancak ordunun ya da donanmanın gücü çerçevesinde mümkündür." 

Bertrand Russell, Aylaklığa Övgü 

20 Haziran 2025 Cuma

Şişli

 

14. Bursa Uluslararası Fotoğraf Festivali’nden bir seçki Mecidiyeköy Sanat’ta: Şehir de itiraz eder
Mecidiyeköy, İstanbul’un en işlek noktalarından birisi. Hatta kimilerince çok “kalabalık” ve “çok boğucu”. Amaçsızca yükselen gökdelenlerin, tıklım tıklım trafiğin ve kent suçuna karşı durmak isteyen belediye başkanının hapiste olduğu bir semtin “gözbebeği”. Tam da bu keşmekeşin ortasında, Mecidiyeköy Meydan’da İstanbullulara çölde bir vaha sunan Mecidiyeköy Sanat, küratörlüğünü Laleper Aytek’in üstlendiği “Şehrin İtirazı” adlı sergiye ev sahipliği yapıyor. 
 14 Eylül’e kadar ziyaret edilebilecek.
 Serginin en önemli özelliklerinden birisi, kadın fotoğrafçıların yüzde 61 oranla temsil edilmesi.

                            

İnternet

 

bir katilin ölüsüyle yüzleşmek de bize yük kaldı..."

 
Zeki Tekiner cinayetinde 45. yıl: Bir katilin ölüsüyle yüzleşmek 

17 Haziran 1980'de ülkücüler tarafından öldürülen dönemin CHP İl Başkanı Zeki Tekiner'in kızı Aylin Tekiner, babasının ölümünün 45. yılında "Bir katilin ölüsüyle yüzleşmek" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Tekiner, "Geriye hesabı verilmemiş koca bir geçmiş kaldı. Sözün yeterince söylenmemiş ya da karşılığını bulamamış olmasının yükü bir de. Dedim ya, bir katilin ölüsüyle yüzleşmek de bize yük kaldı..." diyor.

 3 Haziran 2025. Sabah 10:55. Ankara-İstanbul trenindeyim. Nicedir üzerinde çalıştığım, bir cinayetin benliğimdeki izini sürerken, Türkiye yakın tarihine de kaçınılmaz dokunan çizgi romanımın son okumalarını yapıyorum. O esnada romanın son bölümünde yer alan MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Ana Davası’na ilişkin internette bir belge arıyorum. Karşıma çıkan bir yayın, aklıma MHP üzerine yeni kitabı çıkan bir tanıdığımı getiriyor. Ona ilgisini çekeceğini düşündüğüm bu yayının linkini gönderiyorum. Bu konuya dair yaptığımız karşılıklı mesajlaşmanın hemen ardından, telefonumun ekranında hiç de beklemediğim bir mesaj beliriyor.

“Bu arada, babanın katillerinden biri öldü. Haberin oldu mu bilmiyorum.”

“Hangisi?” diye soruyorum.

“Miman” diye yanıtlıyor.
 Babam öldürüldüğünde ablam dokuz, ağabeyim dört, ben iki yaşındaydım. Katillere engel olmak isterken babamla birlikte öldürülen Yavuz Yükselbaba’nın ise en büyüğü altı yaşında, en küçüğü altı aylık olmak üzere toplam dört çocuğu vardı. Cinayete tanık olan, Yükselbaba’nın dokuz ve 15 yaşındaki yeğenleriyle birlikte bu cinayet, dokuz çocuğun çocukluğunu tarumar etti. İşte tam da bu nedenle, siyasi cinayetlerin arkasındaki gerçek faillerin ortaya çıkarılmadığı bir adaletsizlik düzeninde onca çocuğun hayatlarını belirleyen ve dönüştüren bir katilin kendi camiasından helallik alarak göçüp gitmesinin yarattığı bir yenilgi hissinden söz ediyorum.

 Şiddet sadece devletin maşasıyla uygulanmaz. Toplumdaki kayıtsızlık ve sessizlik de bu şiddet çarkının dinamosu gibidir. Onca olup biten karşısındaki suskunluğu yetmezmiş gibi toplum bir de hakkını arayan bir ailenin verdiği mücadeyi yadırgar ve geçmişte olup biteni unutması, “onca yıl önce yaşanmış bir olayı daha fazla sorgulamaması, uzatmaması” yönünde yol gösterme cüretinde bulunur. Yanında yöresinde ne varsa “normalleşsin” ister.
     

Anadolu’da bir hak savunucusu: Zeki Tekiner


                 

 

“Bu arada, babanın katillerinden biri öldü. 
Haberin oldu mu bilmiyorum.”
“Hangisi?” diye soruyorum.
“Miman” diye yanıtlıyor.

18 Haziran 2025 Çarşamba

Kitap


Savaş Günlerinde:
Bertrand Russell (1872 - 1970)

             
 

Beyoğlu

Odak Noktaları: Fotoğraflar Aracılığıyla Anlatılarda Gezinme: Byron Smith
19 Haziran 2025, Saat 19:30’da İFSAK Nurettin Erkılıç Salonu’nda Fotoğraf Gösterisi/Söyleşi

Byron Smith, yerel gazetelerden küresel çatışma bölgelerine uzanan dönüştürücü bir yolculuğun izini sürerek, her fotoğrafın neyi göreceğinizi, neyi ortaya çıkaracağınızı ve yüzeyin altında hangi derin insan hikayesinin yattığını seçmenin kasıtlı bir eylemi olduğunu ortaya koyuyor. New York’dan Brezilya, Yunanistan, Musul, Sudan ve Ukrayna’ya uzanan bir dizi güçlü görüntü aracılığıyla Smith, görsel hikaye anlatma sanatını parçalara ayırıyor; bir fotoğrafçının odak noktasının yalnızca teknik hassasiyetle ilgili olmadığını, aynı zamanda tanıklık etmek, perspektifleri zorlamak ve birbiriyle bağlantılı insan deneyimimize dair daha derin, daha ayrıntılı bir anlayış yaratmakla ilgili olduğunu gösteriyor.     

 

Kaza,-

 Trafiğe bağlı ölümler hakkında konuşma şeklimizi niçin değiştirmeliyiz?
Colleen Corcoran

Her şeyden önce, trafikte gerçekleşen hemen hiçbir yaralanma veya ölüm “kaza” değildir. Hemen hepsi daha iyi cadde ve sokak düzenlemeleri, hız tedbirleri ve sürücülerin temkinli hareketleriyle önlenebilir. Örneğin “uçak kazası”nda öldü demeyiz, “uçak düştü” veya “uçak çarptı” deriz. Çünkü buna neden olmuş olabilecek tüm etkenler, söz konusu bir uçak kazası olduğunda, gelecekte benzer bir trajedinin tekrarlanmaması için detaylıca araştırılıp incelenir.
Benzer bir süreç ciddi otomobil çarpmalarında da işletilmelidir. 
-Kazaya karışanların yetersiz veya açık olmayan trafik işaret ve sinyalleri nedeniyle kafası karışmış olabilir mi?
-Sürücü telefonuna bakıyor muydu veya hız yapıyor muydu?
-Yolun belli bir aralığında hız limitlerini düşürmek veya şerit genişliklerini düzenlemek gelecekte hıza dayalı ölümcül çarpışmaları önleyebilir mi?
 
Bir kez çarpmaların önlenebilir olduğu gerçeğini tanıdıktan sonra, yukarıdaki ve benzer soruları sormaya başlayabiliriz. Şimdi bu yazıyı okuyorsanız madem bundan sonra bir daha asla “trafik kazası” dememeye söz verin ve dahası öyle söyleyen diğerlerini de uyarın. 
Biz ne zaman “kaza” kelimesini bu bağlamda kullandığımız dilden çıkarırsak trafiğe bağlı can kayıplarının önlenebilirliği konusuna kaderci kültürel bakışı değiştirmiş olacağız.

Güvenli olmayan sokaklar annemi öldürdü.
Harekete geçme zamanı.
Colleen Corcoran

Zonguldak

 

16 Haziran 2025 Pazartesi

Belediye başkanlarımızı hapishanede...

Belediye başkanlarımızı hapishanede görmek istiyoruz

İbrahim Akyürek, 2019

Belediye başkanı seçimlerinde oy verirken yetki de vermiş oluyorsunuz. Ancak, sonrası yani, yetki vermenin ayrılmaz parçası olan sorumluluk kimsenin aklına gelmiyor. Zaten oy verirken de gelmiyor. Çünkü sorumlu tutmak için, sorumluluk duyan bir yurttaş kimliği de edinmeniz gerekiyor. Bu kimliğe sahip olup hevesle sandığa koşanların sorumluluk takibine girmemesi ise en hazin olanı.

Bizim şehirde yaşanan bu. Kocaman şehirlerde yaşayanların bizden farkı var. Onlar, oy verdikleri partinin ilişkilerini, avanta dağıtımını, paylaşan avantacıları çok yakından görmek şansına sahip değiller. Yaşadıkları mekanın büyüklüğü buna fırsat vermez. Bildikleri genel medya aracılığı ile sınırlıdır. Bizim gibi kent merkezi orta boydaki taşrada, hele tek caddeli, yarım tas benzeri bizim şehirde çağdaş kılıklı olanlar da dahil avantacılara el-kol mesafesinde yakınsınız. Birinci elden tecrübelisiniz yani. Bu yüzden, “pişkin bir susmacı laik” değilseniz büyük şehirlerde yaşayan düşünsel oydaşlarınızı uyarmanız bile gerekebilir. Senin orada iyi, çağdaş insana benziyor diye oy verdiklerini, gel de bizim burada gör, mesajı vermek gibi… Aracısız, doğrudan gördükleriniz kendinizi sorumlu hissetmenizi ve öfkenizi de artırıyor çünkü…

Savcısınız, Belediye başkanısınız, sorumluluk alanınızda olan pazaryerinin çatısı çökmüş ölmüşsün. Belediye binasının hemen yakınındaki sahipsiz tren geçidinde ölmüşsün. Belediye bağlantılı kazı çalışmalarında kazdığın toprak yığını altında ölmüşsün. Yıkılan endüstri binasının kalan kuleleri arasındaki çukurlarda ölmüşsün. Ölen ve öldüren ilişkisi iç içe aslında: kurban-kurban… öldüren başkan-ölen başkan…öldüren savcı-ölen savcı…

Felsefesi böyle ikircikli, ama yaşam pratiği somut. Bizimkiler elini kolunu sallayarak canlı canlı geziyor. Biriktirdikleri avantaları, mafyatik ilişkileri sorup sorgulayan sosyalist, en azından yurttaş tanımını hedeflemiş bir akıl da yok. Sonuç, seçim günlerinde avantacılardan seçmece yap: “Bu sefer buna, ötekinde ona,” bir de küsmece oyunu var:  “tencereme, fileme, manzarama, yoluma dokunanı bu defa tanımam küserim…”

 

“sorumlu tutma, hesap sorma”

Şimdi, zaten dert edilmeyen “sorumlu tutma, hesap sorma” farkındalığında da sorun var. Küreselleşmenin tüm ülkelere verdiği emirlerden biri olan taşeronlaşma sorumluluk hukukunu da parçaladı. Şehrin merkezinde yenilenen küçük bir köprü çalışmasının ayak altında önlem alınmadan, gece ise ortam aydınlatılmadan yapılmasına karşı verdiğim dilekçeye CHP’li belediye zabıtasının bana yanıtı önlemi taşeron alacak, oldu. Neyse ki grizu ve göçük olaylarından biliyoruz hukuk, taşeronun sorumluluğunu da Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda olduğunu söylüyor. Sorumluluğu üzerinden atan uyanık zabıta elemanının sülalesi de bu arada kamu avantasını yiye yiye genişliyor. Kocaman şehirlerde yaşayan sizler, seçim sonuçları sonrası renkli haritalara bakıp Karadeniz'de bir CHP rengi gitti, diye üzülüyorsunuz. Neden kaybetti acaba sorusu, yurttaş merakına dönüşmediği gibi genelde araştırmacı gazetecilik konusu bile olmuyor.

Sorumluluk, şirket gibi yönetilen devlet ekonomisinin azgınlığı içinde artık devletten yurttaşa atılıyor. Atılmakla kalmıyor, bunun günlük dili oluşuyor. Özellikle, trafik kazaları ve doğanın katli haberlerine dikkat edin suçlu, günah keçisi hep seçimlerin de av, oy malzemesi olan, yurttaş-insan oluyor. “İnsan eliyle, insan kaynaklı, insan yüzünden” özellikle çevreci örgütlerden peydahlanan çevre haberlerinin giriş vurguları oluyor. Yol kusurları, araç kusurları, denetim yozluğu, yerel şirketlerin bürokrasi içinden ayarttığı adamlarla ormanları, kıyıları talan etmesi arada kaynayıp gidiyor. Sonunda olan oluyor, günah keçileri birbirine saldırıyor, cumhuriyet kadınlarının “eğitim, kültür şart” nutukları havada uçuşuyor, kadınlar avantacı cumhuriyet erkeklerini yok saymayı marifet sanıyor.

Sorumluluğu görünmez kılan başka neden son yılların modası tek taraflı anlaşılması huzur veren “yandaş” sözcüğü. Bu sözcükle anlatılmak istenen iktidarda olmak, iktidarı dost tutmak ise her CHP’li belediye başkanı da kazandığı kentinde iktidar. Onun da ihalesi, şirketi, alımı, satımı, yerel medyası, mafyası, kayırdığı sülalesi var.

Sorumluluğu görünmez kılan bir başka neden siyasi mağdurluk kaynaklı, yani HDP’li belediyelerin eleştiriden muaflığı. Ayıptır söylemesi her kenti kontrol eden en az on azgın aile vardır. Bunların kasaları, silahları, ilişkileri de büyüktür. Yerel televizyon, gazete, yerel güvenlik, adalet  bu azgınların kontrolündedır. Eskişehir’de de, Diyarbakır’da da, Adana’da da, Ahmet Türk’lü Mardin’de de durum değişmez. Bizde belediye başkanları hapishanede ancak “büyük siyasi iç mesele” hesaplaşmaları yüzünden yatar. Görevleri ile bağlantılı “para meselesi” yüzünden yatmama kuralı her kafadan siyasilerin aralarında anlaştığı ortak paydadır.

Eskişehir olsun, Diyarbakır olsun bir kenar mahallede kanalizasyon çukurunda  bir çocuk ölsün sonuç değişmez. Belediye tarafından bakımı yapılmamış bir yaşlı ağaç kafanıza devrilsin durum değişmez. Sadece bir oyluk canı olan tüketici-yurttaş ölüp gitmiş, telef olmuştur o kadar.

Gazete haberlerinde okuduğumuz “Görevi ihmal, hizmet kusuru, kasıtlı taksir, taksirli suç” gibi hukuk terimlerinin en fazla karşılığı bol ertelemeli maddi ceza olur.

Seçim anketlerine, sonuç yüzdelerine, renkli seçim haritalarına ayırdığımız merakı “hapishanede yatan belediye başkanı görmek istiyoruz” talebi ile birleştirirsek, sandığa küsenlerin oranı da azalmış olur. Dün başkasının başına gelen ihmalden kaynaklı bir acı olay, yarın bizim başımıza geldiği zaman en azından kendimizi suçlamaktan kurtulur, yaşayacağımız travmayı sistemi de huzursuz eden öfkeyle aşabiliriz.

 

***

Psikiyatri uzmanı, yazar Cemal Dindar Soma’da gördüğü, madencilere seslenen uyarıcı iş levhaları serisini “Bir şey olursa senin suçun levhaları” başğıyla kavramlaştırır.

Ağustos 2019  <  F: İbrahim Akyürek  

                                         

14 Haziran 2025 Cumartesi

Orhan Tüleylioğlu Kitapları


 Orhan Tüleylioğlu Kitapları

 

VEDA: Doç. Dr. Orhan Yavuz, 15 Haziran 1977


Son duruşmada, davaya müdahil avukat olarak katılan İsmail Sami Çakmak mahkemeye sunduğu dilekçede şunları söylüyordu:

“Müvekkilimin eşi Doçent Orhan Yavuz 15.06.1977 tarihinde, ırkçı, insanlık düşmanı, gözü dönmüş canilerce, ideolojik nedenle ve örgütlü bir biçimde katledilmiş bulunmaktadır. Yaşamının her anını halkının mutluluğuna, insanca yaşamasına, öğrencilerinin mutluluğuna ve eğitimine adamış olan bu bilim adamının katledilmiş olmasından ailesi ile birlikte tüm Türk halkının büyük bir üzüntü duyduğu ve büyük bir kayba uğradığı bir gerçektir. Hiçbir kişisel çıkar peşinde olmayan, bir devlet memuru maaşıyla insanlığa yararlı olmaya didinen ve öğrencilerini de bu doğrultuda yetiştirmeye uğraşan bir bilim adamının, yine beyni yıkanmış-programlanmış öğrencileri tarafından katledilmesi üzücü olduğu kadar utanç verici bir cinayet olarak ortadadır. Müvekkilimin eşi öldürüldükten sonra, devletin hemen hemen her kademesinde sızabilmiş bulunan bazı faşist ruh ve zihniyetli kişiler, aldıkları talimatlar doğrultusunda, olayın üzerine gerektiği biçimde gitmemişler, bazıları da olayı çarpıtmaya ve küllemeye çalışmışlardır."

Orhan Yavuz Türkiye’de öldürülen ilk akademisyendir. 

                  

Doç. Dr. Orhan Yavuz,
faili belli bir “faili meçhul cinayet’in kurbanı olarak kaldı.

13 Haziran 2025 Cuma

Kitap



 KURGUNUN 6 KURALI

Tuğba Büyüker 

Sinema okullarında kurgu derslerinde ilk konuşulan konu benim üç boyutlu kurgu diye adlandırdığım şeydir: A çekiminde bir adam kapıyı açar, odanın ortasına kadar yürür sonra ikinci çekime kesilir: B çekiminde adam aynı noktadan ilerler ve masasına oturur. Yıllar boyunca, özellikle sesli filmin ilk yıllarında kural buydu. Üç boyutlu bir dünyada devamlılığı sağlamaya çalışırdınız. Bunu yıkmak bir başarısızlık olarak görülürdü. İnsanları uzayda sıçratma belki ancak deprem veya kavga gibi çok uç ve yoğun hareket içeren durumlarda düşünülebilirdi. 
Ben aslında üç boyutlu devamlılığı altı kurallık “bir kesmeyi iyi yapan kriterler” listemin sonuna koyuyorum. Listenin başında bir sinema okulunda, tanımlanması en zor şey olduğu için büyük olasılıkla en sonda kalacak “Duygu” var. “Seyircinin nasıl hissetmesini istiyorsunuz?” Eğer film boyunca onların hissetmesini istediğiniz şeyi hissediyorlarsa yapabileceğinizin en iyisini yapmışsınız demektir. Filmin sonunda hatırladıkları kurgu, kamera, oyuncu performansları ve hatta öykü bile değildir, sadece nasıl hissettiklerini hatırlarlar. Benim için ideal bir kesme aşağıdaki altı kuralın hepsini birden karşılayan kesmedir:
- O andaki duyguya uygundur,
- Öyküyü ilerletir,
- Ritmik açıdan ilginç ve doğru zamanda gerçekleşir
- “Gözle takip” diye adlandırabileceğimiz bir şeyi -seyircinin çerçeve içindeki ilgiodağının yeri ve hareketi ile ilgilidir- hesaba katar,
- “Düzlemselliğe” saygı gösterir – üç boyutlu dünyanın fotoğrafla iki boyutluya indirilmesiyle ilgili dilbilgisi (aks çizgisi sorunları vs.),
- Üç boyutlu dünyanın devamlılık kurallarına uyması beklenir (insanlar odada neredeler ve birbirleriyle ilişkileri nedir?)

1- Duygu 51 %
2- Öykü 23 %
3- Ritim 10 %
4- Göz takibi 7 %
5- Perdenin iki boyutlu yapısı 5 %
6- Aksiyonun üç boyutlu yapısı 4 %


Listenin en başındaki duygu her ne pahasına olursa olsun korumanız gereken şeydir. Eğer bir kesme yapmak için bu kriterlerden herhangi birini feda etmeniz gerekiyorsa listenin altından başlayın ve üste doğru gidin.
 
Örnek olarak eğer filmdeki belirli bir an için değişik birkaç kesme olasılığınız varsa ve bunlardan birinin doğru duyguyu verdiğini ,öyküyü ilerlettiğini, ritmik açıdan tatmin edici olduğunu, göz takibini ve düzlemselliği koruduğunu ama üç boyutlu dünyanın devamlılığını sağlayamadığını fark ederseniz, her açıdan yapmanız gereken kesme budur. Eğer diğer olası kesmelerin hiçbiri doğru duyguyu vermiyorsa, uzamsal devamlılığı feda etmeye değer. Her kurala verdiğim rakamsal değer alaycı görülebilir: Fark ettiyseniz listenin başındaki iki kriter (duygu ve öykü) değer olarak son dördünden (ritim, göz takibi, düzlemsellik, uzamsal devamlılık) fazladır. Bazı durumlarda listenin başındaki duygu diğer beşinden değerlidir.

Aslında ayrıca bunun pratik bir tarafı da var: Eğer duygu doğruysa ve öykü biricik ve ilginç bir şekilde ve doğru ritimle ilerliyorsa, seyirci daha alt seviyedeki göz takibi, aks çizgisi vs gibi kurgu sorunlarını göz ardı etme eğiliminde olacaktır. Genel prensip olarak listede daha üstteki bir kriteri karşılamak alttaki sorunları örtmeye yardımcı olur. Ama tersi doğru değildir: Örnek olarak 4 numarayı karşılamak (göz takibi) 5 numaradaki (aks çizgisi) sorunu gözden kaçırırken, 5 numara (aks çizgisi) doğruysa ama 4 numara (göz takibi) dikkate alınmadıysa kesme başarısız olacaktır. Uygulamada göreceğiniz gibi listenin en üstündeki üç şey (duygu-öykü-ritim) birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Bunları birbirine bağlayan güç atom çekirdeğindeki proton ve nötronları bağlayan güçlere benzer. Listenin altına doğru gittikçe bu bağlar da zayıflar. Çoğu zaman altı kriterin hepsini karşılayabilirsiniz ve mümkün olduğu sürece daima buna uğraşmalısınız: Fazlasını elde etmek varken asla azıyla yetinmeyin. 
Önerdiğim bir öncelikler listesidir. Eğer bir şeyden vazgeçecekseniz asla duyguyu öykü için feda etmeyin. Öyküyü ritim için, ritmi göz takibi, göz takibini düzlemsellik ve düzlemselliği uzamsal devamlılık için feda etmeyin.

Kaynak Kitap : Walter Murch-Göz Kırparken

              

Walter Murch

     
Alyssa Maio Yazdı