Hayatımız Fotoğraf
İbrahim Akyürek
24 Aralık 2025 Çarşamba
23 Aralık 2025 Salı
22 Aralık 2025 Pazartesi
Dikkatimizi neye verirsek, ona dönüşeceğiz.
Kültürün mülkiyeti el değiştiriyor!
Dijital platformlar (örneğin Netflix, Amazon, Apple) sinema stüdyolarını (Warner Bros., Universal Pictures, Sony Pictures) üç nedenle satın alıyor veya satın alma baskısına maruz bırakıyor.
Öncelikle Arşiv Gücü… Hikâye geçmişi olmayan bir platform, kültür üretemez. Arşiv = meşruiyet ve kabul demektir. Çünkü Süpermen’in söylediğine inanmaya hepimiz hazırız.
Algoritmik egemenlik de önemli bir kıstas… Artık iyi filmlerin değil, algoritmanın sevdiği filmlerin kazandığı zamanlardayız. İzleyici beğenisi, matematiksel olarak tahmin ediliyor.
Dağıtımın mutlak kontrolünü ele geçirmek bir başka kıstas… Sinema salonları opsiyonel olarak bir süre devam eder ya da başka bir şeye dönüşebilir. Televizyon stüdyoları ve yayıncılık anlayışı taş devri gibi görünecek… Gerçek tek bir ana sahne olacak, platformlar!
Yazık ki artık tek bir hikaye dinleyeceğiz!
Bu nedenle sinema artık bağımsız bir sanat alanı olmayacak; veri destekli bir davranış mühendisliği aracıyla tanışacağız…
Önümüzdeki 10 yılda ihtimal ki ulusal sinemalar çözülecek, yerel sinemalar olacak ama yerel ruh kalmayacak.
Her öykü küresel izleyiciye ve onların biriktirdiği algoritmaya göre şekillenecek.
Bağımsız filmler ya da orta bütçeli filmler eski anılar olacak yalnızca… Ya ucuz denemeler ki Netflix’de her gün yeni bir örneği var ya da çok pahalı yapımlardan bahsedildiğini duyacağız.
Hangi yapımcı ya da hangi yönetmenle çalışmayı sevdiğin; senarist için de oyuncu içinde hayal olacak; herkes platform işçisi olacak.
Ayhan Tinin Diken
21 Aralık 2025 Pazar
20 Aralık 2025 Cumartesi
2021
Toplumsaldan Bireysele Türk Sinemasından ParçalarUmut, Distopya, Siyaset
Her ne kadar bir ulusal sinema akımımız oluşmasa bile bir vakitler bir Türkiye Sineması oldu. Adına “Yeşilçam” denilen bu dönem ve onun içinden çıkan siyasi içerikli sinemamız sayesinde artık bir “Türk filmimiz” vardı. Ancak iyi niyetli çabalara rağmen bu noktadan hızla uzaklaşıldı.Sonra “Bağımsız Sinema”mız adı altında “konulu film”lere kavuşurken bir “niteliksel” değişim yaşandı. Entelektüel olarak görülen bu “kaliteli film”ler ne de olsa “festival” onayı alıp gösterime giriyorlardı.Bu değişim ya da dönüşümün yönü ve içeriği aslında görünenden fazlaydı. “Türk filmlerinden“ konulu filmlere” geçilirken aslında sinemamız toplumsal olandan bireysel olana umarsız ve acımasız bir kayış yaşadı ve bu alkışlandı, kutsandı.
Var olanın değişimine yönelik Umut yok olmuş, var olmayan Distopya türemiş, Siyasetten kopma adına hâkim siyasetin suyuna gidilmişti.Aslı Daldal kültür kuramları, sosyoloji ve felsefeye mesafeli olan ülkemiz sinema çalışmalarına ve Türk filmi denilince dudağının kenarında hep küçümser bir ifade bulunduran entelektüel camiamızın aksine, sinemamızı tam da bu alanlardan ele alarak cesaret isteyen bir işe kalkışıyor.1960’ların Toplumsal Gerçekçilik akımından yola çıkarak, başta Nuri Bilge Ceylan olmak üzere Bağımsız Sinema yaratıcıları ve onların izini süren genç sinemacıları takiple siyasal ve tarihsel olmayan bir anlatıyı tercih eden kuşağı postmodernizm ekseninde ele alıyor. (Tanıtım)
17 Aralık 2025 Çarşamba
16 Aralık 2025 Salı
2011 / Kdz. Ereğli
Nota Bene Yayınları’ndan çıkan ‘Yerüstünden Notlar (Madenci Kasabasında Yıkımın Fotoğrafı)’ madencilik sektöründe 1980’lerden sonra gerçekleşen yıkımın sonuçlarını gözler önüne sermeye çalışıyor. Kitap bu yıkımı Zonguldak’a bağlı bir madenci kasabası olan Armutçuk’taki dönüşüm üzerinden sorguluyor. Dönüşüm eserde, fotoğraflar ve yerel halkla yapılan söyleşilerle aktarılıyor. Alaattin Timur ve Mahmut Hamsici’nin editörlüğünde hazırlanan kitapta fotoğraflar bu iki isimle birlikte Ayşen Gürbüz, İlhan Beyoğlu ve Ekrem Erbiz’in imzasını taşıyor. Söyleşiler ise Mahmut Hamsici’ye ait.
Söyleşiler dışında kitapta yer alan iki metin okurların konuya vakıf olabilmesi için zengin bilgiler sunuyor. Bunlardan biri TTK işçisi Salim Çalık’ın kaleme aldığı ‘Kömürün Yarattığı ve Yıktığı Kent: Armutçuk’ yazısı. Çalık’ın Armutçuk’un ekonomik, sosyal, kültürel yapısını geçirdiği dönüşüm süreçleriyle birlikte aktardığı yazısı bugün akademik dünyada dahi yer almayan ve uzun araştırmalar ile ortaya çıkarılmış bir metin. Türkiye’deki maden işçilerinin sendikal mücadelesinde çok özel bir yeri bulunan Çetin Uygur’un metni ise Türkiye’deki maden işletmelerinin yapısını ve buna uygun toplumsal yaşamın 1800’lerden bugüne kadarki dönemlerini ve bu dönemlerin kendine ait özelliklerini genel hatlarıyla aktarıyor. 2011
14 Aralık 2025 Pazar
12 Aralık 2025 Cuma
11 Aralık 2025 Perşembe
Beyoğlu
Emek
Teknofeodalizm ile emek sömürüsü derinleşiyor
Emek sömürüsü dediğimizde çoğunlukla emek piyasasında ortaya çıkan ve Marx’ın artı değer kavramı ile özdeşleşen geleneksel sömürü ilişkileri aklımıza gelmektedir. Ancak son 15-20 yıldır günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelen dijital iletişim teknolojileri ile geleneksel emek sömürüsü ilişkilerinin biçim değiştirdiğine şahit oluyoruz. Büyük teknoloji şirketlerinin her bir internet ve sosyal medya kullanıcısını adeta kendi işçisi gibi gördüğü ve bu sayede sıradan kullanıcıların günlük internet kullanımı üzerinden büyük bir emek sömürüsü ve sermaye birikimi elde etmesi söz konusudur. Burada sömürülen “emek” geleneksel anlamda emek piyasasında harcanan emekten farklı olduğu için sömürünün kendisini görünmez kılması gibi ciddi bir tehdit de ortaya çıkmaktadır. Literatürde ilk olarak 1977’de Smythe tarafından “izleyici emeği” olarak adlandırılan bu “emek” türü sıradan bireylerin boş zamanlarının medya araçları sayesinde sermaye tarafından reklamlar aracılığıyla metalaştırılmasını ifade etmektedir. Günümüzde gelişen dijital iletişim teknolojileri sayesinde artık bireyler sadece izleyici değil medya üretim ve tüketim süreçlerinin aktif birer katılımcısı olarak “kullanıcı emeği” sarf etmektedir. Bu bağlamda sosyal ağlarda bireylerin içerik üretirken aynı zamanda üretilen içerikleri de tüketmesi internet kullanıcılarının harcadığı emeği ifade etmektedir. Milyonlarca kullanıcının hem üretim hem de tüketim sürecinde yer alması teknoloji şirketleri için adeta bir hammadde olan milyonlarca bedava verinin toplanması anlamına gelmektedir. Bu veriler tıpkı Smythe’in 77’de vurguladığı gibi sermaye tarafından reklamlar aracılığıyla metalaştırılmaktadır. Bu noktada internet ve sosyal medya platformlarını kullanan herkes bir yönüyle emek sömürüsüne maruz kalmaktadır. Dolayısıyla emek sömürüsü toplumsallaşarak derinleşmektedir.
Tugay Soykan Birgün
9 Aralık 2025 Salı
Eksik insan
Eksik insan sendromu ve transhümanizm
Teknoloji altında beden bir araç, optimize edilmesi gereken bir sistem, performans verisi üreten biyolojik bir makine gibi konumlanıyor. Bu durumda beden artık benimle birlikte var olan değil, benden talepte bulunan bir “iş ortağı”na dönüşüyor. Uyku verileri, adım sayıları, üretkenlik uygulamaları, kalori takibi… Beden, öznenin bir parçası olmaktan çıkıp bir projeye dönüşüyor. Bu da kişide “tam değilim”, “eksik çalışıyorum”, “optimize edilmemişim” hissini besliyor. Varoluşçu felsefenin dikkat çektiği “eksik insan” tanımı günümüzde bir sendromun adı olabilir mi? Bu terim teknik bir psikolojik tanı değil ama felsefi bir fenomen olarak çok anlamlı olabilir: “Eksik insan sendromu.”
Ümit İnatçı T24
baronluk
Yeni feodal çağ ve dijital baronluk
Ortaçağ’ın baronları toprakta üretimi kontrol ederken bugünün baronları veriyi, iletişimi ve üretim süreçlerini yönetiyor. Facebook, Google, Amazon, X, Apple gibi teknoloji devleri, çağdaş dünyada bilgi akışını, iletişim biçimlerini ve hatta siyasal tercihleri belirleyen devasa yapılar haline geldi. Toplumun her katmanı, bu platformların altyapısına bağımlı durumda. Kamusal alan, artık fiziksel bir meydan değil; birkaç özel şirketin yönettiği sanal bir “platform ekonomisi” içinde biçimleniyor.
CUMHURİYETÇİ BAKIŞ
Varoufakis’in vurguladığı temel çelişki burada başlıyor: Vatandaş “kullanıcıya”, halk “veri kaynağına”, kamusal alan ise “platforma” dönüşüyor. Demokrasinin biçimsel varlığı sürse de içerik çoktan sermaye tekellerinin eline geçmiş durumda. Liberal demokrasiler, otoriter liderlere karşı çıkarken piyasa baronlarına dokunmamayı tercih ediyor. Bu yüzden Varoufakis’in ifadesiyle “gerçek bir cumhuriyetçi yalnızca krallara değil, baronlara da karşı çıkar.”
Bu çağda siyasal iktidarın merkezinde artık devlet başkanları değil, veri akışını ve dijital iletişim araçlarını yöneten özel şirketler yer alıyor. Her seçim kampanyası, her toplumsal hareket, bu dijital ağların denetimi altına girmiş durumda. Kamusal tartışma alanı, birkaç algoritmanın gölgesinde şekilleniyor. Bu durum, Varoufakis’in “yeni feodal düzen” kavramsallaştırmasını yalnızca bir metafor olmaktan çıkarıyor; somut bir ekonomik ve politik gerçekliğe dönüştürüyor.
DİJİTAL FEODALİZM
Bugünün dijital kapitalizmi, klasik kapitalizmin sınırlarını aşan bir bağımlılık ilişkisi yaratıyor. Bireyler hem üretici hem tüketici hem de gözetlenen birer veri kaynağına indirgeniyor. Bu yapının sürmesi halinde, demokrasi yalnızca bir “gösteri sanatı” olarak kalacak. Seçimler, özgürlük ve katılımın değil, algoritmik manipülasyonların sahnesi olacak.
Varoufakis, bu tabloya karşı yeni bir kamusallık öneriyor: Ne devletin ne de piyasanın tekeline sıkışmış, katılımcı, ortak mülkiyete dayalı bir dijital cumhuriyet. Bu, üretim araçlarının toplumsallaşmasının 21. yüzyıldaki biçimi olabilir. Kamusal veri merkezleri, açık kaynaklı platformlar ve demokratik olarak yönetilen dijital ağlar, geleceğin eşitlikçi toplumunun temeli olabilir.
Yazının son cümlesi, adeta çağımızın özeti niteliğinde: “Demokrasi artık baronların hizmetinde bir gösteri sanatına dönüştü. Yeni bir cumhuriyet istiyorsak önce baronların mülkiyetini tartışmaya açmalıyız.”
Bugün, ekonomik ve siyasal mücadele alanı yalnızca parlamentolar ya da sokaklar değil, aynı zamanda dijital ağlardır. Varoufakis’in çağrısı, klasik sınıf mücadelesini yeni bir zemine taşıyor. Feodalitenin sonunu getiren halkçı devrimler, bu kez dijital feodalizme karşı da verilmek zorunda.
GÖSTERİ DEMOKRASİSİ
Türkiye bağlamına bakıldığında ise Varoufakis’in işaret ettiği “baronlaşma” olgusu çok daha karmaşık ve çift katmanlı bir görünüm sergilemektedir. Bir yandan siyasal iktidarın giderek merkezileşmesi, kamusal kaynakların dar bir sermaye çevresine aktarılması ve medya-ekonomi ilişkilerinin aynı ağlar içinde iç içe geçmesi, klasik anlamıyla bir “yeni patrimonyal düzen” yaratmıştır. Diğer yandan küresel teknoloji devlerinin Türkiye’deki dijital davranışları belirleme gücü, reklam ekonomisini tekelleştirmesi ve veri akışını denetlemesi, ulusal ölçekteki iktidar ilişkilerinin üzerine ikinci bir tahakküm katmanı bindirmektedir. Böylece Türkiye’de hem yerli sermaye bloklarının hem de ulusötesi platform devlerinin oluşturduğu iç içe geçmiş bir feodal yapı ortaya çıkmaktadır. Bu yapı, yurttaşların giderek daha az kamusal, daha çok ticarileştirilmiş alanlarda var olmasına; politik katılımın ise sosyal medya algoritmalarının yönlendirdiği bir “gösteri demokrasisi”ne dönüşmesine yol açmaktadır.
Doğan Sevimbike Cumhuriyet
8 Aralık 2025 Pazartesi
Yeni
Fatih Akın'dan 'Amrum' yarın vizyonda
12 yaşındaki Nanning’in 2’nci Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını anlatan ve gerçek bir hikayeye dayanan filmin başrollerinde Jasper Billerbeck, Laura Tonke, Lisa Hagmeister, Kian Köppke, Matthias Schweighöfer ve Diane Kruger yer alıyor.
7 Aralık 2025 Pazar
Veda
İngiliz fotoğrafçı Martin Parr 73 yaşında hayatını kaybetti
1980'lerde tartışmalara yol açan sahil fotoğrafları
2025
Alan Macleod:
Dünyanın en zengin yedi milyarderinin tamamı medya baronu
İSRAİL’İ SİLAHLANDIRMAK VE DESTEKLEMEK
TikTok’u yasaklama girişimlerine öncülük eden eski kongre üyesi Mike Gallagher, yasa tasarısının ilk başta başarısız olduğunu ancak 7 Ekim 2023’ten ve İsrail’in eylemlerine yönelik küresel öfkeden sonra Kongre koridorlarında yeniden canlandığını, böylece Oracle liderliğindeki konsorsiyuma satışını zorunlu kılan yasa hâline geldiğini açıkladı.
Zuckerberg’in platformları Facebook, Instagram ve WhatsApp İsrail lehine bundan daha az kararlı bir yanlılık sergilemiyor. Daha 2016’da Facebook, sansür konusunda İsrail hükümetiyle işbirliği yapıyordu; Adalet Bakanı Ayelet Shaked, sosyal medya platformunun, Filistin yanlısı içeriklerin kaldırılması yönündeki taleplerinin yüzde 95’ine uyduğunu açıklamıştı.
WhatsApp ise kelimenin tam anlamıyla bir cephe hattı. İsrail ordusu, Gazze’de on binlerce kişiyi tespit ve hedef almak için Filistinlilerin WhatsApp verilerini kullanıyor. Meta’nın bu süreçte İsrail ordusuyla nasıl ve ne ölçüde işbirliği yaptığı belirsiz. Ancak, bugün Meta, Google, Amazon ve Microsoft’ta çalışan onlarca eski İsrailli casusun, yazılıma arka kapı yerleştirmiş olabileceği ya da verileri eski meslektaşlarına aktardığı yönünde iddialar var. 2022 tarihli bir MintPress araştırması, bu şirketlerde çalıştığı tespit edilen eski 8200 Birliği mensuplarının sayısının yüzleri bulduğunu ortaya koydu.
Yapay zekânın yarattığı rahatsızlık...
Beynimiz yapay zekâ çağında duyu geliştiriyor
Beynimiz her ne kadar birçok şeyi kodlamış olsa da çoğu zaman soru sorarak ve tahmin yaparak ilerleyen bir makinedir. “Bu görüntü fiziksel olarak mümkün mü?” sorusunu arka planda durmaksızın sorar. Buna öngörücü kodlama (predictive coding) denir. Eğer beyin beklediği fizik kurallarıyla görüntü arasında uyumsuzluk keşfederse, “hata sinyali” üretir. Biz bu hata sinyalini bazen bir huzursuzluk, bazen korku, bazen de içimizi kemiren bir his olarak algılarız.
Yapay zekânın yarattığı rahatsızlık tam olarak bu yüzden oluşuyor. Çünkü yapay zekâ üretimi görsellerde çoğu zaman ışık kaynağı ile gölge geometrisi tam olarak uyuşmuyor, dokularda doğallık eksiği oluyor, doğal bir fotoğrafta olması gereken derinlik tutarsız olabiliyor. Bu görüntü beynimizin biyolojik bir hareket algılayan bölgesini, tehditleri algılayıp kaçmamızı ya da savaşmamızı sağlayan bölgesini, yüzü ve yüzdeki bilgileri anlamlandıran bölgesini harekete geçiriyor. Tüm bu bölgeler yıllarca kodlanmış olan bilgilerle ters düşen bir şey gördüğünde, hayatta kalma mekanizmalarımızı tetikliyor.
Son günlerde sosyal medyada paylaşılan yapak zekâ üretimi fotoğraflar bu problemlerin bir nebze üstesinden gelmiş gibi görünüyor olsa da beynimiz, bu görüntülerindeki tutarsızlıkları tıpkı bir yabancı aksanı fark eder gibi hala fark ediyor, ya da en azından şimdilik, şüphe duyuyor. Oysa biz bilinçli olarak o fotoğrafta neyin yanlış olduğunu çoğu zaman bilemiyoruz.
İNSANLIK YENİ BİR DUYU MU KAZANIYOR?
Meriç Öztürk Birgün
2025
Türkiye’nin görsel hafızasına yeni bir soluk
Temel amacı, “Türkiye’de risk altında olan çeşitli fotoğraf arşivi ve koleksiyonlarını toplamak, muhafaza etmek, dijital ortama aktarmak ve bunları araştırmacıların yanı sıra kamuoyunun hizmetine sunmak” olan BEVFAM, belgesel ve basın fotoğrafçılarından sanatçılara, özel gün stüdyolarından amatör arşivlere, ticari fotoğrafçılardan devlet kurumlarınca görevlendirilen fotoğrafçılara kadar uzanan geniş bir üretim alanına odaklanıyor.İstanbul Modern Sanat Müzesi çatısı altında yer alan, ancak yönetim ve işleyiş açısından özerk bir yapıya sahip olan BEVFAM, Kasım 2025 itibarıyla Mehmet Bayhan, Tuğrul Çakar, Nusret Elgin, Nusret Nurdan Eren, Sinan Koçaslan, Robert John Marshall, Mert Rüstem, Gülnur Sözmen ve Sinan Turan arşivlerini bünyesine kazandırdı. Ayrıca, hazırlanan protokoller kapsamında İstanbul Modern Sanat Müzesi Fotoğraf Koleksiyonu’nda yer alan bazı arşivlerden ve İKSV’nin İstanbul Bienali arşivinden bir seçki de Merkez’in kendine ait veri tabanına bağlı web sitesi üzerinden kamuya açılacak. Bu iş birlikleri, Türkiye’de fotoğraf ve kültürel belgelerin erişilebilirliğini artıran önemli bir adım niteliği taşıyor.
Proje Danışmanlığını fotoğrafçı, yazar ve öğretim görevlisi Orhan Cem Çetin’in, Koordinatörlük görevini İstanbul Modern Sanat Müzesi küratörü ve Fotoğraf Bölüm Yöneticisi Demet Yıldız Dinçer’in üstlendiği BEVFAM’ın Danışma Kurulu’nda ise, Amsterdam Üniversitesi Kültürel Analiz Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Özge B. Calafato, Mimar ve Mimari Fotoğrafçı Cemal Emden, BEK Tasarım ve Danışmanlık kurucu yöneticisi Bülent Erkmen, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Ersoy ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Gamze Toksoy yer alıyor.BEVFAM Koleksiyonu’na www.bevfam.org adresi üzerinden çevrimiçi olarak ulaşılabiliyor.
Zonguldak
Marş Mira (Barış Yürüyüşü) Belgeseli Tanıklığa Çağırıyor!İ. Kerem Öztürk'ün 'Marş Mira-Srebrenitsa' başlıklı belgesel çalışmaları Zonguldak Sergi Odası'na konuk olacak. İlk etkinlik olan fotoğraf sergisi 9 Aralık 2025 Salı günü saat 13.00'de başlayıp 19 Aralık Cuma günü kapanacak. Belgesel gösterisi ise 15 Aralık Pazartesi günü saat 18.00'de yapılacak.Boşnakça Barış Yürüyüşü anlamına gelen Marş Mira, 2016 yılında 12'inci kez gerçekleşti. Tüm dünyadan dayanışma için gelen gruplar bu yürüyüşe katılarak Bosna'da 1995 yılında binlerce sivilin yaşadığı acılara tanıklık etti.Zonguldak Fotoğraf Derneği üyesi Kerem Öztürk, 2016'da katıldığı yürüyüşten kalan izlenimlerini görseller eşliğinde anlatacak.
5 Aralık 2025 Cuma
4 Aralık 2025 Perşembe
PROGRAM:
Fotoğraf/Film Haftası'nın Aralık Etkinlikleri Başlıyor!
Zonguldak Sergi Odası'nın geçen ay başlattığı Fotoğraf/Film Haftası'nın Aralık ayı programı belli oldu.
9 Aralık Salı günü Babamın Kanatları filmiyle başlayacak olan etkinlikler 11 Aralık Perşembe günü üç gösteriyle devam edecek: Nevzat Çakır 'Sokağın Adı Fotoğraf', Ressam Orhan Taylan ise, 'Atölyesinde Orhan Taylan' belgeseli ile anılacak. Günün son belgeseli ise Gustav Klimt (Hazla Çizilen Kadınlar).
15 Aralık Pazartesi günü saat 18.00 de İ.Kerem Öztürk'ün video ve fotoğraflarından oluşan Srebrenitsa-Marş Mira 2016 (Barış Yürüyüşü) gösterisi gerçekleşecek. 16 Aralık Salı Baskı (One Hour Photo), 19 Aralık Cuma Press haftanın son filmleri olacak.
18 Aralık Perşembe günü Alaaddin Kara, Tankut Öktem'in eseri olan Zonguldak Madenci Anıtını konu alan anlatımı için Sergi Odası'na konuk olacak.
Ahmet Tokyay, Alaaddin Kara ve İbrahim Akyürek'in 'Karaelmas Maden İşçileri' başlıklı fotoğraf sergisi ise 4-19 Aralık tarihlerinde Kilimli Halkevinde izleyicilerle buluşacak. Haftanın ikinci sergisi olan İ.Kerem Öztürk'ün Srebrenitsa-Marş Mira 2016 (Barış Yürüyüşü) 9-19 Aralık tarihlerinde Sergi Odası salonunda yer alacak.
Büyük madenci yürüyüşünün 35. yılı
30 Kasım 1990 tarihinde Genel Maden İş Sendikasında (GMİS) örgütlü olan maden işçileri greve çıkmış daha sonra Ankara'ya doğru büyük yürüyüşü başlatmıştı.
Bu yılın programı Zonguldak Madenci Anıtının Heykeltıraşı Tankut Öktem'e ve yakın tarihte hayata veda eden Fotoğrafçı Sebastião Salgado'nun ansına adandı.
İlki geçen yıl gerçekleşen Fotoğraf/Film Haftası, Britanya (İngiltere) kömür işçilerinin 84/85 uzun grevinin 40'ıncı, Zonguldak Kömür Havzası maden işçilerinin 90/91 uzun grevinin 34. yılı nedeniyle hazırlanmıştı.
İletişim: Sergi Odası : 67sergi@gmail.com : +90 0552 3313847
https://67foto-film.blogspot.com/















































